Müthiş bir merak uyandıran olay örgüsü beni sürekli daha hızlı okumam ve hikayede ne olup bittiğini anlamam için teşvik ediyordu. Amansızca sayfaları çeviriyor, önüme serilen öykülleri bir bir tüketiyordum. Fakat bir an durdum. Öyküler farklı olsa da bir şeyler aynıydı, değişmiyordu, kendini arsızca ve amansızca hissettiriyordu. Çelenk’in, özenle hazırladığı o öykülerinin hepsinde ortak bir tema vardı, ızdırap. Çok baskın değildi, yeri geliyor karakterler feci zorluklarla karşılaşıyordu, yeri geliyor sözü dahi edilmeyecek hafif tadsızlıklar yaşıyordu. Lakin, acı herhangi bir biçimiyle kendini her sayfanın bir kısmında gösteriyordu. Çelenk bunu bilerek mi yapmıştı? Bu soru beni daha önce ayak basmadığım bir patikaya götürdü. Bu yolculukta zihnimden kovduğum, rahatsız edici atfettiğim ve tahayyül etmekten kaçındığım fikirlerle bir bir yüzleştim. Çelenk, sahiden hikayeyi karaktelerin acılarını göstermek için mi tasarlamıştı? Bu sualin cevabı bende yok ama uzun içsel istişareler sonucu Çelenk’in niyetinin çok da önemli olmadığını anladım. Zira, Çelenk acıyı resmetmek istese de istemese de o kendini her halükarda gösteriyordu çünkü acı her şeyin üstündeydi. Ben de kitabı okuma serüvenimde acıyı ve ızdırabı sorguladım. En mücadeleci, cevabını müthiş bir kudretle saklayan sual de acıdan niye kaçtığım oldu.
Hayatın, acı ve haz dengesi arasında kaldığının farkındayım ama bana en şaşırtıcı gelen bu muazzam dengenin nasıl sağlandığı. Bazı insanlar ızdıraba daha dirayetli olurken bazıları hassas olabiliyor, bazıları dinmek binmeyen zülumlere maruz kalırken, bazıları hafif bir baş ağrısı harici 60 yaşlarına merdiven dayayabiliyor. Çelenk’in resmettiği tuvalde karakteler de acılara farklı yoğunluklarda ve zamanlarda maruz kalıyordu. Bu bana acının kaçınılmaz doğasını gösterse de benim ilgimi çeken herkesin bir şekilde aynı mutluluğa veya haza erişmesiydi. Bu fevkalede haz ve acı dengesinin en önemli sebebi bu çıktığım aydınlanma patikasında karşıma çıkan sorulardan biriydi. Elbette anladım ki ne kadar acı çekersek yaşayacağımız hazların yoğunluğu da o kadar artıyor. Şu an aldığım nefes bana bir mutluluk sağlamazken, akciğerleri harap olmuş biri için zevkin en kıymetli kaynağı olabilir. Bu da bir bakıma acıyı hazın kaynağı, ya da haza hayat veren bir unsur yapmıyor mu?
Izdırap, zorluklar ve acı, Çelenk kitabında hayatın zülmüne karşı bizlerin akışına bırakması gerektiğini telkin ediyor ama bence bu eksik. Benim daha geçerli ve işe yarar bir önerim var. Acıyı akışına bırakmak, ondan kaçmayı bırakmak yetmiyor! Ona sarılmak onu kucaklamak ve bağrına basmak şart! Acı hayatın her yerinde olacak evet ve ondan kaçmak demek onu savuşturmak değil salt ertelemek anlamına gelecek. Eninde sonunda o acı beni bulacak ve yeri gelecek zihnime yeri geldiğinde de bedenime nüfuz edecek. Belki acının durdurulmaz tesiri beni kıvrandıracak, duvarları yumruklatacak ya da çaresizce bir köşede bitkin olarak bırakacak. Bunlar ne kadar korkunç gelse de, o acı nöbetleri geçtiğinde yediğim ilk lokma benim için hayatımın en leziz yemeği olacak! İçtiğim meşrubat en lezzetlisi, aldığım hava en temizi olacak. Fakat şu an rahat koltuğumun rahatlatıcı tesirine kendimi bırakmışken, en iyi yemeği yesem asla o ızdırap sonrası yemeğin lezizliğini tadamayacağım. O halde acı sahiden de zevke ve mutluluğa hayat veren olmuyor mu?
Çelenk’in kitabi ile çıktığım yolculukta acının hazın kaynağı olduğu hakikatine ulaşmak beni asıl cevaplamak istediğim suale bir adım daha yaklaştırdı. Platon diyaloglarının birinde bize haz vereceğini bildiğimiz halde yapmaktan kaçındıklarımızdan bahsediyor ve neden kendimize böylesine bir haksızlık yaptığımızı soruyor. Sokrates de her zaman bize en iyi geleceği bildiğimizi fakat onu yapacak bilgeliğe erişemediğimizden bahsediyor. Çelenk’in kitabını okurken Sokrates’ten bir parça, Nietzsche’den de bir parça buldum. Nietzsche acının kudretinden ve o acının bizi müthiş şeyler başarmaya ittiğinden bahsediyor. Ona öylesine değer veriyor ki, hazdan daha kıymetli olduğunu düşündürüyor insana. Sanırım bu yüzden onu hiççi diye yaftalıyorlar, ama ben Çelenk’in kitabını okurken hem Nietzsche’yi hem Sokrates’i daha iyi takdir ettim. Ben acıdan kaçmamam gerektiğini biliyorum fakat bunun bilgeliğine daha erişemedim, daha çok toyum. Ne kadar kendimi telkin etsem de, acının azametini gösteren kitaplar okusam da bu bilgeliğe erişmek şu an sahip olmadığım bir olgunluğu gerektiriyor. Dahası, Nietzsche’nin de ima ettiği gibi ancak bu farkındalığa eriştiğimde özgürleşeceğim ve acının getirdiği hakiki hazların tadını hürce takdir edebileceğim.
Çelenk, Zehra. Hayatta Kalma Rehberi. Everest Yayınları, 2019.
Plato. Protagoras. Bloomsbury Academic, an Imprint of Bloomsbury Publishing Plc, 2016.
Nietzsche, Friedrich. Thus Spoke Zarathustra. Antiquarius, 2020.
Yorumlar
Yorum Gönder