Ana içeriğe atla

Başarısızlıklarla Barışmak

    Her denediğimde başarısız oluyorum. Bu başarısızlıkları toplayıp elde ettiğime bakıyorum, bir hiç. Hayatın elbette adaletsiz olduğunu biliyordum ama bu kadar acımasız ve çirkin bir eşitsizlikle karşı karşıya olduğumun farkında değildim. Fikrini bildiğim ama ismini bilmediğim bir düşünür etik üzerine olan derin tefekküründe, faziletin kaynağının erdem olduğunu söylüyor. İnanılmaz çocukça bir cümle değil mi? Paranın kaynağı para, mutluluğun kaynağı da mutluluktur. Fakat bu resim(maalesef blog paylaşmamı izin vermiyor)...Oklarını muazzam bir başarısızlıkla yere fırlatmış adamın resmi bana denemekten yılma demiyor. Bana, denemekten yıl çünkü bir başarısızlık diğerinin zeminini zaten hazırlıyor diyor

    Aristotales erdemin kaynağını araştırırken iyi davranışların erdemi oluşturduğunu ve bu davranışların da iyilikten doğduğunu söylüyor. Ben onun bu düşüncelerini ilettiği sayfayı okurken haykırıyor, sinirden kafamdaki seyrek saçları yoluyordum. İyiliğin kaynağı nerede be ey koca Aristo! Bağırmam nafile zira birkaç sayfa sonra zaten açıklayıp millatan önce bilmem kaç yılında kendi düşüncesine marksist bir dokunuş serpiştiriyor. Ancak yüksek mertebedeki insanlar kötülüğün doğurduğu, hırsızlık yalan ve dolandırıcılık gibi şeytanlıklardan kendilerini koruyabiliyorlar, diyor Aristotales. Nihayetinde onların yalan söylemesini gerektiren bir hadise, ya da hırsızlık yapmasını gerektiren bir ihtiyaç yok. Fakat, yok mu o alt sınıf, mavi yakalılar, emekçiler, onların kendilerini böyle kötülüklere sevk etmekten başka çareleri yok. Bir kediden köpek çıkması beklenmiyor değil mi? Anlamayanlar için tekrarlayayım, bir kedinin bir köpeği doğurmasını beklemek büyük ahmaklık değil mi? Aynı şekilde de hırdan, yani hır bir eylem, düşünce ya da yönelimden iyilik çıkmasını beklemek de aynı ahmaklık. Bu da bizi konuşmak istediğim konuya götürüyor. Başarısızlıktan da başarı beklenmemeli. Başarı başka başarıyı getiriyor, başarısızlık da başarısızlığı sürdürüyor.

    Elbette burada kötülük içerisinde yaşayan insan kötülüğe daha yatkın olur demekle yetinmeyeceğim fakat bana eşlik ettiğiniz bu tefekkür yolculuğumda böylesine çirkin bir gerçeği benimsemem gerekiyordu. Aristo’yu bağrıma basıp, evet haklısın demek ve bunun benim başarısızlığı sapına kadar hissettiğim ruhumda uyandırdığı o izahatı olmayan acıyı hissetmem gerekiyordu. Beni bu satırları yazmaya sevk eden o resimdeki adam gibi ben de çokça oklarımı boşa salladım. Hatta hiçbirini isabet ettiremedim, fütursuzca ıskaladım. Pes etmedim, fedakarlık yaptım ve daha fazla ok aldım. Onları da muazzam bir kararlılıkla ıskaladıktan sonra ücra köşede unutulmuş bir taburenin soğuk kucağına kendimi teslim ettim. Prestijsiz bir hayat yaşadım, ne güzel bir okula gittim, ne de çevremi güzel insanlarla çevreledim. İnsanların günlük hayatın alışılagelmiş düzenine kendilerini bırakmalarını ve başarısızlıklarını şuurlarının en diplerine sıkıştırmalarını izledim. Liseyi ben onlar gibi başarısız olmayacağım, istediklerim olacak ümitleriyle bitirdim ve üniversiteye girerken bu hayalimin ağır ağır yanmasını izledim. Böylesine bir deneyim bana başarısızlıklarımızla yüzleşmemiz gerektiğini öğretti. Başarısızlığımıza sebep olan birçok nedeni değiştiremeyiz ama onlarla kavga da etmemize gerek yok. Ben hiçbir zaman bilinugal birisi kadar iyi İngilizce bilmeyeceğim veya çocukluğundan beri feslefeyle uğraşan biri kadar iyi muhakeme yeteneğim olmayacak. Ailesi profesör olan biri kadar da entelektüel olamayacağım. Fakat, ben, ben olabilirim ve başarısızlığımla mutlu olabilirim. İstediğim hiçbir şeyi değiştiremiyorsam şayet, isteğimi değiştirebilirim.

    Dünyanın adaletsiz doğasından bahsederken başarısızlık abidesi beni, kendimle barışırken buldum. Barışma da denmez aslında, kabul etme ancak denebilir. Çünkü hala hayatın amansız adaletsizliğinin benim başarısızlıklarımın ana sebebi olmasıyla barışabilmiş değilim. Herkes, ama istediğini yapabilirdin diyor, ben ise sadece onlara gülümsüyorum. Gerçekten istiyor olsaydım zaten yapardım, ama istemek elimde değildi ki. Kimse elma sevmeyi seçmiyor, kendini elma sevmeye zorlayamıyor. Uzun uzun felsefe okumaları yapıp engin bir zihne sahip birisi olmak niye istemeyeyim? Elbette isterim ama uzun felsefe okumalarını isteyemiyorum. Bana bu istek aşılanmadı. Kimse bunu kabullenmek istemiyor, sanırım herkes her şeyi başarabildiğini düşündüğü yalancı bir dünyada yaşamak istiyor. Fakat bu da başka bir günün konusu.

Oklarını Iskalayan Okçu. (2017). Başarısızlığı Başarıya Dönüştürmek İçin İzlemeniz Gereken 7 Yol. Alındı , 2021, from https://www.yeniisfikirleri.net/basarisizligi-basariya-donusturmek-icin-izlemeniz-gereken-7-yol/.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rhetoric in Hobbes' Leviathan

  Hobbes’ Word Play Hobbes argues in favor of a monarch or an oligarch. To be more precise, he is in favor of the idea that multiplicity comes with complexity, harming the integrity of the state. In his opinion, men are mostly power-driven, greedy beings who must surrender themselves to a sovereign power that can spread the terror of punishment. According to Hobbes, this fear of punishment is the only effective motivating force that can keep people from brutally murdering each other. While this Hobbesian idea of the state portrays the sovereign’s subjects almost as though they are slaves, this essay will argue that Hobbes is not fundamentally against liberty and allows it within the constraints of laws. Hobbes's description of liberty suggests that only external impediments are against freedom. He states that liberty is “the absence of external impediments” (189) and, although these impediments may take away man’s power to do what he would, they do not prevent men from using th...

Rousseau on Legitimacy of State

Hobbes'dan sonra Rousseau okumayı Proust'tan sonra Daphnes ve Chloe okumaya benzetiyorum. Proust aşkı öyle yapay, çıkarcı ve öyle çirkin yansıtıyor ki, ondan sonra okuduğun her romana ister istemez Proust'un realist bakış açısından bakıyorsun. Belki de realizm sevdamı bırakmalıyımdır. Hobbes'un determinist bakış açısı da birçok argümanını epey ikna edici kılıyor. Bazen bu bakış açısından kaçmak istiyor insan. Hobbes kimmiş lan, ben ölümlü tanrıya irademi falan teslim edemem, gayet özgürüm demek istiyor. Yine de gel gör ki Hobbes haklı. Nasıl, Kant ödev ahlakında nasıl ki herkes davranışlarının topluma yansıdığını varsayarak hareket etmeli diyorsa, Hobbes da yapılmak istemediğini yapma diyor. Buna karşı çıkmak da biraz zor. Rousseau abi Social Contract'ında denese de Emile kitabındaki ikna ediciliğini devam ettiremiyor gibi hissediyorum. Birazdan okuyacak olduğun yazıda da oldukça soyut fikirler göreceksin ve yer yer kendine e ama niye diye soracaksın. Bil ki ben de ...

Hobbes’ Paradox

Hobbes’ Paradox Resolved According to Hobbes, people are born with passions that ultimately lead them into a never-ending war. They require artificial power to stop killing each other. Unless such a power is erected, Hobbes suggests, leaving the state of nature is impossible since people are not inclined to cooperate and trust each other. The core reason why it is impossible to leave the state of nature is because of the innate passions people have that drive them to be constantly in conflict. Hobbes states that in the condition of nature, “any reasonable suspicion” renders any covenant or promise invalid since “bonds of words are too weak to bridle men’s ambition, avarice, anger, and other passions…” (196). Here, Hobbes highlights the importance of punishments, suggesting that without the motivating fear of punishments, covenants are practically invalid. It is also important to understand what Hobbes means by the condition of nature. He argues that because men are born equal, they...