Cioran her zaman bana karanlık gelmiştir ama bu sefer daha da bir karanlık geldi. Karanlık da doğru kelime mi emin değilim açıkçası zira Cioran’ın tek yaptığı kendi doğrularını söylemek. Bu doğrular da öyle gelmiş ki hep acımasız ve acı olsun. Öyle çok da acımasız değiller, sadece biraz olağandan farklılar ve genel olarak kabul gören gerçekliği eleştiriyorlar. Yine de bana fikirleri çok sıra dışı ve hiç karşılaşmadığım düşünceler gibi geldi. Ben de oturdum, kalemimi ve kitabımı aldım koyuldum kendimle tartışmaya. Dedim: Bu Cioran ne yapıyor da sana enteresan geliyor Yusuf? Cevap oldukça basit olsa da başka soruları doğurdu ve sonunda kendi acımasız gerçekliğime eriştim! Alışık değildim böyle fikirlere, çünkü bana kimse kendi algımın sınırlarını zorlamamı sağlamamıştı. Okulda hep onların belirlediği bir yoldan yürümem söylenmişti. Aslında herkese o yolda yürü denmişti, kimseye sen istiyorsan ormanlık alandan git dememişlerdi. Sanırım sorun buydu, Cioran da farkında olmadan aldığım eğitimin ne kadar dar görüşlü bireyler yarattığını göstermişti. Hatta beni bu satırları yazmaya sevk etmişti.
Her bireyin ne kadar farklı olduğunu, beyinlerimizin aynı parmak izlerimiz gibi eşsiz olduğunu söyleyip duruyoruz. Fakat neden herkese aynı tür eğitim veriliyor anlamış değilim. Bazı insanlar, ben mesela, kendini yazarak ifade edebiliyor. Fakat bazı insanlar bunu beceremiyor, becermek istemiyor. Onlar belki resim yaparak, sembolizm kullanarak söylemek istediklerini karşıya aktarıyorlar. Düşünsenize, ben kendi gerçekliğimi size resmetmek için kelimeler seçiyorum, hepsinin kendi zümresinde taşıdığı bir sembolik anlamı var. Tefekkür deyince aklınızda farklı bir düşünce canlanırken, derin düşünme deyince farklı bir görüntü tahayyül ediyorsunuz. Fakat öyle bir sistemdeyiz ki bu öğretmenler daha kolay notlandırabilsin diye her şeyi sistemleştirip tekelleştiriyoruz. Tefekkür denmez, düşünce diyeceksin o eski Türkçe diyoruz. Sana blog yazısı yaz dedim sen içine kurmaca eklemişsin, bu blog yazısına uygun değil diyerek puan kırıyoruz. Öğrenciyi yaratıcılığını kullandığı için cezalandırıyoruz. Burada bence öğretmenlerde de kabahat yok: Düşünsenize size ayda yüzlerce kâğıt okutturuyorlar ve hepsine ayrı ayrı geri bildirim vermenizi istiyorlar. Ne manevi ne maddi karşılığını alabildiğiniz bu işte idealist olacak motivasyonu nerede bulacaksınız? Bulsanız bile o motivasyonu harekete geçirecek, peynir gemisini yürütecek kudreti ve enerjiyi nerede bulacaksınız?
Düşündükçe kinleniyorum ama kime kinlendiğimi sahiden de bilmiyorum. Her öğrenci sahiden de ayrı. Lütfen benimle beraber hayal edin. Lisede bulunduğunuz senelere dönün. Her zaman oturduğunuz sırada oturuyorsunuz. Etrafta bir kargaşa, sesler birbirine giriyor, kimse birbirini dinlemiyor. Gözlerinizi kapatın ve hissettiklerinizi düşünün. Belki heyecanlısınız, belki üzgünsünüz ya da dile getirmeye değecek yoğunlukta bir duygu hissetmiyorsunuz. Şimdi sizden çok önemli bir şey isteyeceğim, lise hayatınız boyunca yüzlerce derse girdiniz. Hangisini, ne kadar hatırlıyorsunuz? Çoğu elde ettiğiniz bilgi kendi çalışmalarınızdan geliyor aslında değil mi? Hocalarınız sadece size yol gösterdi. Bence öğretmenlerin de görevi bu. Herkesi bir üslupta yazı yazmakta veya sınavda soruları doğru çözmekle ölçmek yerine doğal eğilimlerine göre kendi seçtikleri yolda giderken onlara ışık tutmaları gerekiyor. Yahu tamam gerekiyor da, kim yapacak bunu? Daha demin öğretmenleri kabahatli bulmadık, öğrenciler de masum onlar aynı köle gibi sevmedikleri şeyleri yapmaya alıştırılıyor ve kendi yollarından saptırılarak hayal güçleri öldürülüyor dedik. Öğretmenlerin başına, müdürlere mi bulaşalım? Onlara da bulunduğu kurumun sahibi bir sistemi yönetmeleri gerektiğini söylemiş. Bir bakıma, onlar da mesul oldukları görevi yerine getiriyor. Kurum sahibine bakıyorsunuz, o da herkese kalitede en az nicelikte ödün vererek hitap etmek istiyor. O zaman kim suçlu?
Marx sanırım Türkiye’deki kahve muhabbetlerini tahmin etmiş olsa gerek çünkü kendince resmettiği komünizmin şimdiki dünyaya hazır olmadığını söylüyor. Aynı çok şey biliyormuş gibi konuşan dayılar gibi Marx da diyor ki nasıl ki feodalizmden sonra kapitalizm geldi ve kimse feodal düzende kapitalizmi hayal bile edemedi, komünizm de öyle olacak diyor. Şimdi “Yok ya abi ne olacak, ben doktorla aynı maaşı mı alacağım?” diyoruz fakat bir gün gelecek “Ulan bu insanlar ne enteresanmış, en temel ihtiyaç için para veriyorlarmış” diyeceğiz. Aynı üslubun eğitim için de kendini göstereceğini düşünüyorum. Bundan yüzyıl sonra muhtemelen bugünlere karanlık çağlar olarak atıfta bulunup “Bu öğretmenler ve öğrenciler ne acılar çekmiş be, bir öğretmene böyle iş yükü verilir mi? Bir öğrenciye böylesine dar görüşlü eğitim dayatılır mı?” diyeceğiz.
Cioran, E. M. (2021). Avare Düşünceler. Sel Yayıncılık.
Yorumlar
Yorum Gönder