Ana içeriğe atla

Kör Olmadan Mutluluk Olmaz

    Meditasyona başladım. Her günün kısa bir periyodu hayat benim için duruyor. Kaygılarımı rafa koyup kaldırıyorum. Bazen benliğim şekerin çayda çözüldüğü gibi beynimin içinde dağılıyor. Konu olaylar olmaktan çıkıp hislerim oluyor. Ne hissettiğimi soruyorum ve her seferinde cevabım değişmiyor: Gergin hissediyorum. May’in Kaygının Anlamı kitabında modern hayatın hızlı yapısının gerçeklikten kaçış olarak kullanıldığını gördüm. Fakat ya kaçmak istediğim şey modern hayatın kendisiyse? Ya gerçekliğim sadece sırtımdaki ağır yüklerden ve anlamsız görevlerden oluşuyorsa? Bu soruların cevabı olmasa da onları düşünürken müthiş bir yolculuğa çıktım. Bu yolculukta gerginliğin olaylardan bağımsız olduğunu ve kendisini insanın ruhunun derinliklerine amansızca nüfuz ettiğini gördüm.

    Ne zaman arkadaşlarımdan biri benimle buluşmak istese zamanımın olmadığını söyleyerek reddediyorum. Bana inanmıyorlar. Haklılar da, buluşmak sahiden de istemiyorum. Sosyalleşmek az kalmış enerjimi yiyip tüketiyor. Anlamsız entrikalar ve uymam gereken sayısız sosyal zorunluluk. İlgimi hiç çekmeyen konularda insanları dinlemeli ve cevaplarını çoktan tahmin ettiğim gereksiz soruları sırf insanların kendilerini ifade etme açlığını doyurmak için sormalıyım. Onları düşük gördüğüm için bunları söylüyor değilim, ben de amansızca fikirlerimi duyurmak ve onay almak istiyorum. İnsanlar nasıl olduğumu sorsun da fütursuzca kendimi anlatayım diyorum. Fakat aynısını insanlar isteyince tahammül edemiyorum. Bazen bu adaletsizliğime bakıp ne kadar da bencilsin sen diyorum ama sözler nafile, bu fenalığım devam ediyor.

    Fakat, asıl buluşmama sebebim bu şeytani kişiliğim değil. Sahiden de zamanım yok. Sorumluluklar boğazıma kadar gelmiş, nefes alamıyorum. Nefes aldığım da ağzımdan çıkan tek şey sessiz yardım çığlıklarım oluyor. Bu yüzden de ölesiye gerginim; sürekli bir sonraki sorumluluğumu düşünüyor hayatın hiçbir anını yaşayamıyorum. En azından böyle düşünüyordum. May’in kaygı üzerine olan tefekkürlerini okurken hissettiğim gerginliğin konulardan bağımsız olabileceğini hatta benim neden arsız bir şeytan olduğumu anladım.

    Sınavdan sınava koşuşturan bünyem zamanla yozlaşmış. Sonunda da içimdeki şeytan kirli pençeleriyle ruhumun derinliklerinden dışarıya tırmanmış ve beni ele geçirmiş diye düşündüm. Fakat, olay sadece kaygıyı kontrol etmekle ilgiliymiş. Modern dünyada insan doğasına aykırı bir düzende ilerlemesi gerekiyor. Sanırım problem de burada başlıyor. Günümüz insanı, mesala ben, ilgimin olmadığı bir konuda çalışmak istemiyorum. Aylaklık etmek her zaman daha cazip geliyor fakat vicdan azabım izin vermiyor. Vicdan azabımın ve aylaklığımın görkemli çatışmasında da ben ayaklar altında kalıyorum. Depresyona giriyor ve sürekli geriliyorum. Bu da sanırım insanlarla konuşacak ve o anlamsız sosyal gerekliliklere boyun eğecek gücü neden içimde bulamadığımı açıklıyor. Mutluluğum işten kaçmak isteyen ruhumun vicdan azabım ile olan çekişmesi esnasında eriyerek tükeniyor ve bana kalan bir dirhem de ancak sabah yataktan kalkmamı sağlıyor. İlk aklıma gelen çözüm, vicdan azabımı susturmak ve aylaklığımın bu muharabede muvaffak gelmesini sağlamaktı. Bütün sorumluluklarımı sırtımdan fırlatıp, beni her halimle kabul eden yumuşak yatağımın rahatlatıcı kollarına kendimi bırakmak istiyorum fakat bu çözümün geçerliliğini çok kısa zamanda bitireceğini biliyorum. Modern düzene ve onun taleplerine karşı gelen düşünürleri (sadece Roussue, Weber ve Marx biliyorum) aklıma getirdiğimde hiçbirinin sorumluluklardan kaçmanın çözüm olduğunu söylediğini hatırlamıyorum. Hepsi doğal halimizden kopmamamız gerektiğini ve modern dünyada insanların köle gibi çalıştırıldığını söylüyor ama kimse de çıkıp herkes yumuşak yatağına yatıp en sevdiği diziyi izlesin demiyor. Sanırım bunun nedeni, çözüm çalışmamak değil de anlamlı bulduğun işte çalışmaktan geçiyor. İşin en kötü yanı da bu; çünkü düşünce serüvenime de bu problemle başlamıştım: Anlamsız bulduğum sorumlulukları yerine getirmek zorundayım.

    Hala tam bir çözüm bulabilmiş değilim fakat anladığım kadarıyla çözüm bulmam da gerekmiyor. Biraz gözümü kapatarak yaptığım işlerin anlamsızlığından dem vurmamam, onları anlamlıymış gibi düşünmem gerekiyor. Bu ne kadar acımasız ve ulaşılması zor bir fikir gibi gelse de denemekten başka çarem yok. Çaresizliğimin bana güç vereceğini hiç düşünmemiştim ama evet başka seçeneğim olmadığını bildiğim için artık saçma bulduğum şeyleri de bütün kuvvetimle anlamlı bulmaya çalışacağım. Belki başarılı olurum ve ömrüm boyunca yapacağım bütün angaryalar bana mutluk sağlar.

May, Rollo. Kaygının Anlamı. Okyanus Yayın, 2020.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rhetoric in Hobbes' Leviathan

  Hobbes’ Word Play Hobbes argues in favor of a monarch or an oligarch. To be more precise, he is in favor of the idea that multiplicity comes with complexity, harming the integrity of the state. In his opinion, men are mostly power-driven, greedy beings who must surrender themselves to a sovereign power that can spread the terror of punishment. According to Hobbes, this fear of punishment is the only effective motivating force that can keep people from brutally murdering each other. While this Hobbesian idea of the state portrays the sovereign’s subjects almost as though they are slaves, this essay will argue that Hobbes is not fundamentally against liberty and allows it within the constraints of laws. Hobbes's description of liberty suggests that only external impediments are against freedom. He states that liberty is “the absence of external impediments” (189) and, although these impediments may take away man’s power to do what he would, they do not prevent men from using th...

Rousseau on Legitimacy of State

Hobbes'dan sonra Rousseau okumayı Proust'tan sonra Daphnes ve Chloe okumaya benzetiyorum. Proust aşkı öyle yapay, çıkarcı ve öyle çirkin yansıtıyor ki, ondan sonra okuduğun her romana ister istemez Proust'un realist bakış açısından bakıyorsun. Belki de realizm sevdamı bırakmalıyımdır. Hobbes'un determinist bakış açısı da birçok argümanını epey ikna edici kılıyor. Bazen bu bakış açısından kaçmak istiyor insan. Hobbes kimmiş lan, ben ölümlü tanrıya irademi falan teslim edemem, gayet özgürüm demek istiyor. Yine de gel gör ki Hobbes haklı. Nasıl, Kant ödev ahlakında nasıl ki herkes davranışlarının topluma yansıdığını varsayarak hareket etmeli diyorsa, Hobbes da yapılmak istemediğini yapma diyor. Buna karşı çıkmak da biraz zor. Rousseau abi Social Contract'ında denese de Emile kitabındaki ikna ediciliğini devam ettiremiyor gibi hissediyorum. Birazdan okuyacak olduğun yazıda da oldukça soyut fikirler göreceksin ve yer yer kendine e ama niye diye soracaksın. Bil ki ben de ...

Hobbes’ Paradox

Hobbes’ Paradox Resolved According to Hobbes, people are born with passions that ultimately lead them into a never-ending war. They require artificial power to stop killing each other. Unless such a power is erected, Hobbes suggests, leaving the state of nature is impossible since people are not inclined to cooperate and trust each other. The core reason why it is impossible to leave the state of nature is because of the innate passions people have that drive them to be constantly in conflict. Hobbes states that in the condition of nature, “any reasonable suspicion” renders any covenant or promise invalid since “bonds of words are too weak to bridle men’s ambition, avarice, anger, and other passions…” (196). Here, Hobbes highlights the importance of punishments, suggesting that without the motivating fear of punishments, covenants are practically invalid. It is also important to understand what Hobbes means by the condition of nature. He argues that because men are born equal, they...