Bitkin düşmüş, bitap bir haldeydim. Dersten derse koşmuş, anlam veremediğim onca izlencenin arasında bir durup nefes almayı unutuvermiştim. Ne zaman eve adımımı atıp da ipek yatağımın yumuşak kollarına kendimi bıraktım, o zaman güzel bir iç çekmiş, ne gündü be demiştim. Sorumluluklarımdan ve daha önemlisi problemlerimden kaçmak için bir diziye, ihtiyaç duymuş, ilk gördüğüm diziyi açmıştım. “Archieve” adlı bir diziydi bu. Bence diziler ve filmler ne kadar öğretici olsa da modern ve kapitalist düzlemde bizleri yaşadığımız acımasız eşitsizliği ve normalleşmiş zulmü unutturmak için varlar. Birçok hızlı tempolu ve bol ışıklı eğlence programı, içinde bol bol tragedya bulunan yemek programları... Hepsi bizleri sevmediğimiz bir hayatın içinde olduğumuzu unutturmak için vardı. En azından ben öyle düşünüyordum. Tam da bu fikirlerin arasında kaybolmuşken dizinin temposu hızlanmaya başladı ve ana karakter, kendini, şeytani ritüellerin yapıldığı enteresan bir sahnede buldu. Onu bu acayip perdeye sevk eden kişi de “Virgil”dan başkası değildi. Virgil bana inanılmaz tanıdık gelmişti. Kimdi bu Virgil? Sizin de muhtemelen, şeytani ritüel ipucusumdan tahmin ettiğiniz gibi, bana tanıdık gelen Virgül, Dante’nin cehennemdeki gezintisine kılavuzluk eden Virgil’du. Dizide de tam bir cehennem teması vardı: Alevlerde kavrularak ıstırap içerisinde ölen insanların bulunduğu bir apartman araştırılıyordu. Böylesine bir konu beni içerisine çekmiş, dünyevi sorunlarımı unutturmuş ekrana kilitlendirmişti. Aklımda bir soru vardı: Dante’yi cehenneme götüren kuvvet ile bu ana karaketeri götüren aynı olacak mıydı? Şayet öyle olursa bu bize iyiliğin çok da masum olmadığını gösterir miydi?
“İlahi Komedya"’yı tam olarak hiç anlamadım, yakın zamanda da anlayabileceğimi düşünmüyorum. Yine de onun hakkında çok keskin fikirlerim var. Niye bu Dante cehennemi geziyor? Ne yararı var bu cehennemin? Kitap bize bak kötü şeyler yaparsan cehenneme gidersin mi demeye çalışıyor? Archieve’yi izleyene kadar bu sorulara cevabım buhuluydu. Şimdi, göğsümü gererek ve gür sesle, Dante cehenneme gitti çünkü kötülüğün takdiri, iyiliğin takdiri için zaruridir diyebilirim. Başka bir değişle, kötülüğü göreceksin, anlayacaksın, tadacaksın ki iyilikle olan farkını güzel bir şekilde kavrayabilesin. Archive’nin başrolü Athie, aynı Dante gibi cehennemi birincil şahıstan deneyimliyor. Maalesef bu deneyiminin ne kadar aydınlatıcı olduğunu ancak ikinci sezonda göreceğiz ama bence kötülüğü kapsamlı bir şekilde kavramak iyiliğe ışık tutuyor. Böyle ifade edince klişe oluyor ve herkesin ihmalkarca kafalarını onaylayama babında sallayarak, yarım ağızla evet canım tabii ki dedirtiyor. Haydi bunu gerçek hayata uygulayalım! Hırsızlığı mutlak bir kötülük olarak resmeden bir kişi, fikrinden emin olmak için hırsızlığa yataklık yapmalı, hatta imkânı varsa böylesine çirkin bir suçu bizzat kendisi işlemeli. Başka birinin yaşam hakkını elinden almayı yanlış olarak hükmeden biri hümanist, birinin canını almalı ki ne kadar yanlış olduğunu doğrudan deneyimleyebilsin. Sokrates ile bilginin kaynağı hakkında yaptığı tartışmada Menon’un da dediği gibi, bilmediğimizi bilmediğimiz bir şeyi nasıl öğrenelim? Bu paradokstan kaçmanın tek yolu hiçbir şey bilmediğimizi kabullenerek her bildiğimiz sandığımızı fütursuzca eşelemek değil mi? Bu çalmayı da öldürmeyi de ve daha nice kötülükleri de kapsıyor. Dolayısıyla, iyi bildiklerimiz kötü olabilir, kötü bildiklerimiz de iyi olabilir.
Elbette bu yazım kötülüğün hayatın içindeki gerekliliği hakkında bir manifesto değil. Kimseyi de kötülüğe teşvik edip, hakikati bulmak uğruna yıllar önce kendi ellerimizle oluşturduğumuz Hobbes’un Leviathan düzenini bozalım demiyorum. Bunu demeye cüret edecek ne entelektüel birikime ne de fiziksel yeterliliğe sahibim. Eğer kuralsızlık galip gelirse, ilk ben yenilirim. Dolayısıyla, kötülüğü kendimizi sevk etmeyelim ama iyiliği de kanıksamayalım. Olduğu gibi kabullenmektense onu özümseyelim diyorum. Bunu yapmanın tek yolu da Sokrates’in bizlere açtığı yolu izleyip, hiçbir şey bilmediğimizi kabullenmek.
Evrenin kozmik bir ahlak anlayışı buyurmadığını kabul edersek, kendi ahlak anlayışımızın bir dizi kozmik bağlamda nedensiz ilkelerden oluştuğunu kaçınılmaz bir şekilde anlayacağız. Bu farkındalık bizleri her doğruyu ve yanlışı sorgulamaya ve sınamaya itecek. Hırsızlığın neden kötü olduğunu tam olarak anlamak için onun neden iyi olduğunu de düşünelim. Dürüst ve samimi bir iç istişareden sonra tüm kalbimle inanıyorum ki her birey hırsızlığın yanlış olduğunun farkına varacak. Bu içten gelen farkındalık da onu hırsızlık için mükemmel koşulların sağlandığı bir durumda bile hırsızlıktan alıkoyacak. Dolayısıyla, içimizdeki iyiliğe ışık tutmanın tek yolu cehenneme gitmek değil de biraz iç muhakemeden ve düşünmekten geçiyor. Nietzsche gibi her sosyal kuramı bir bir yıkıp, sonra her şeyi kendi nazarımızda baştan inşaa etmemiz gerekiyor.
Kirkwood, Ramit. Bukowski, Bobby. Nathaniel, Goodman. " Archive 81." Netflix, Accessed 2022.
Plato, & Bluck, R. S. (1978). Meno. Cambridge University Press.
Nietzsche, Friedrich Wilhelm. Thus Spoke Zarathustra. Bibliotech Press, 2020.
Hobbes, Thomas, et al. Leviathan. Boom, 2007.
Lovett, Sarah. Dantes' Inferno. Simon & Schuster, 2001.
Yorumlar
Yorum Gönder