Ana içeriğe atla

Kurallar


    Kuralların olması gerektiğini düşünüyorum. Bizler hatalı varlıklarız ve onları telafi etmek için sayısız sistem ve yapı öne sürüyoruz. Her bir sistem amansızca savunulup, fütursuzca eleştiriliyor. Bu sistemlerin içerisinde kurallar karşımıza çıkıyor, ki bu kurallar da bizleri gelişime giden yolda hizada tutuyor, birbirimizi vahşice öldürmememiz için bizlere sebep veriyor. İsmini hiç ama hiç hatırlamadığım fakat hatırlamayı büyük içtenlikle istediğim bir düşünür anarşinin olması halinde çıkacak sonuçlardan bahsediyor. Bu sonuçların içerisinde insanların birbirini fütursuzca öldürmesi var. Kurallar eğer kafamı devasa taşlar tarafından ezilmekten kurtaracaksa, elbet onları kabullenebilirim. Fakat, bir an geliyor ve o an nefret ediyorum. Bu dördüncü yazma teşebbüsüm ve önceki üç denemem bundan çok daha iyiydi. Çünkü, o denemelerimde istediğim gibi yazıyordum. Kuralları düşünmeden; salt en iyi nasıl anlatabilirim kaygısını zihnimin en seçkin yerine taçlandırarak yazıyordum. Yazıyordum ki… not kaygısı ki onu yozlaşmış bir polisin soğuk ve sert copu gibi hayal ediyorum, kafamın o seçkin yerine acımasızca vuruyor. Neyse ki, polisin copu bana bir ilham oluyor ve acaba kurallar ne zaman gereksizdir ve ezilmesi gerekir sorusunu soruyorum.

    Çoğunlukla yazılarıma bir hikâye yaratarak başlıyorum. Hikâyenin yaratılışı misafire aşılamak istediğim fikrin sahnesinde yer alıyor. Okuyucuyu misafir görüyorum, zira, fikrin ikna edilebilirliğini arttırabilmek için ikindi çayına gelmiş misafire anlatılan dedikodu üslubu ve yaratıcılığıyla anlatmayı hedefliyorum. Hikâyenin başlangıcını misafiri korkutmamak için her zaman yumuşak ve olağan bir sahneyle resmediyorum. Determinist dünyanın anlamsızlaştırdığı sosyal etiği anlatacaksam dahi, hikâye, eski ama yardımsever koltuğuma elimde çayla oturup dışarıdaki gariban güvercinleri izlememle başlıyor. Böyle bir sahne, benimle aynı manzaraya sahip misafiri kendi evinde hissettirecek ki bu da birazdan bahsedeceğim karmaşık ve ihtilaflı konuyu yumuşatacak. Öte yandan, kurallara uyup bence ile başlayan bir cümleyle her şeyin nedensellik zincirine bağlı olan dünyada kavramsal etiğin yerinin olmadığını öne sürerim ve bu farkındalığın da gezdiğim bir sanat galerisinde gördüğüm post-modern bir tablodan geldiğini söylerim. Bence ile başlayan samimiyetsiz giriş, yozlaşmış polisin soğuk copunun sert darbelerinden beni koruyabilir. Sıcak yuvama yüksek bir notla ulaşmamı garantileyebilir fakat önemli olan bu mu? Kurallar bizlerin kusurlu yapısından doğmamış mıydı? Bu kuralların da kusurlu olabileceğini ve bu kusurun en belirgin şekilde parlaması için bazı kuralların ezilmesi gerektiğini söylemek fazla mı asice olur? Yozlaşmış polisi ikna edebilir mi?

    Her neyse, Konuya iki türlü de adım attıktan sonra misafirin dikkatini üzerimde tutmak için soru sordurmalıyım. Betimlediğim sahneye türlü elementler ekleyebilirim; pür dikkat izlediğim güvercinlerin yaşadığı entrikalardan bahsederken, bazı güvercinlerin minik göğüslerini kabartarak yürüdüğünü ve bu hareketin gülünç bir şekilde üzücü olduğunu söylerim. Burada misafir, neden diye soracaktık, sormuyorsa zira ya misafir yanlıştır ya da kötü anlatıyorumdur. Şayet sorarsa doğru yoldayım onun ilgisini çekmişimdir. Sıra bu ilgiyi suiistimal etmeye gelmiştir. Neden sorusuna cevap vermek misafirin ilgisini hemen söndürecektir, bizim bu ateşi korlamamız lazım. Üzülmenin üzerine odaklanırım, misafirin heyecanı artar zira düşünür ki ben birazdan güvercinlere neden üzüldüğümü açıklayacağım. Fakat hayır, ben üzülmenin ne kadar garip olduğundan hayıflanırım. Neye üzüldüğümü kontrol edemediğimi, hatta kontrol etme isteğimi kontrol edemediğimden bahsederim. Ne alaka sorusunu sormadan hemen onun bileğinden sıkıca tutar, kaşla göz arası, isteklerin reddedilemez yüce gücünden bahsederim. Bu noktada, misafirin tahammülü azalmış olur. Tavşan kanı çayını ve o gelmeden önce çaktırmadan aldığım hazır kurabiyeleri boş verip gitmeye yeltenebilir. Durum, bizim açımızdan, büyük çıkmaza girmiş gibidir. Daldan dala atlamış, misafiri fazla uyarmışızdır. Bu vahim konumdan bizi kurtaracak tek bir çıkış yolu vardır. Zordur, emek ister, uzunca düşünmek gerektirir fakat imkansız değildir. Anlattıklarımı toplamam, tek bir seferde bütün sorulara cevap vermem gerekir. Güvercinlerin insanlara benzediğini fakat bizlerin güvercinlerden farklı olarak daha sofistike isteklerimiz olduğundan bahsederim. Bu sofistikeliğin bizi özgürleştirmekten öte karmaşıklaştırdığını ve bu karmaşıklığın özgürlüğün bir illüzyon gibi resmettiğini söylerim. Bu fikri hazmetmesi için misafire daha yumuşak yaklaşır ve ona bir soru yönlendiririm; özgürlüğün simgesi kararlarınsa, isteklerin kararlarını şekillendiriyorsa, isteklerini kim şekillendiriyor? Daha önemlisi, özgürlüğünü kim şekillendiriyor?

    Uçmaya hazırlanan yavrusunu, kalbine taş koyup tatlı yuvalarından aşağıya iten anne güvercin misali, ben de misafirimi, bu sorularla baş başa bırakmalıyım. Sorduğum challanging sorularla baş başa bırakmalıyım ki misafirin gözünde kendimle çelişmeyeyim. Zira, yozlaşmaktan, tek düze hale gelmekten ve kurallara körü körüne bağlanmaktan kaçmaya çalışan ben, not kaygısından kurtulamayıp, soğuk copa sahip polise de soru sordurmak istiyor. Bu soruların cevabını ararken belki aradan sıvışabileceğini umut ediyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rhetoric in Hobbes' Leviathan

  Hobbes’ Word Play Hobbes argues in favor of a monarch or an oligarch. To be more precise, he is in favor of the idea that multiplicity comes with complexity, harming the integrity of the state. In his opinion, men are mostly power-driven, greedy beings who must surrender themselves to a sovereign power that can spread the terror of punishment. According to Hobbes, this fear of punishment is the only effective motivating force that can keep people from brutally murdering each other. While this Hobbesian idea of the state portrays the sovereign’s subjects almost as though they are slaves, this essay will argue that Hobbes is not fundamentally against liberty and allows it within the constraints of laws. Hobbes's description of liberty suggests that only external impediments are against freedom. He states that liberty is “the absence of external impediments” (189) and, although these impediments may take away man’s power to do what he would, they do not prevent men from using th...

Rousseau on Legitimacy of State

Hobbes'dan sonra Rousseau okumayı Proust'tan sonra Daphnes ve Chloe okumaya benzetiyorum. Proust aşkı öyle yapay, çıkarcı ve öyle çirkin yansıtıyor ki, ondan sonra okuduğun her romana ister istemez Proust'un realist bakış açısından bakıyorsun. Belki de realizm sevdamı bırakmalıyımdır. Hobbes'un determinist bakış açısı da birçok argümanını epey ikna edici kılıyor. Bazen bu bakış açısından kaçmak istiyor insan. Hobbes kimmiş lan, ben ölümlü tanrıya irademi falan teslim edemem, gayet özgürüm demek istiyor. Yine de gel gör ki Hobbes haklı. Nasıl, Kant ödev ahlakında nasıl ki herkes davranışlarının topluma yansıdığını varsayarak hareket etmeli diyorsa, Hobbes da yapılmak istemediğini yapma diyor. Buna karşı çıkmak da biraz zor. Rousseau abi Social Contract'ında denese de Emile kitabındaki ikna ediciliğini devam ettiremiyor gibi hissediyorum. Birazdan okuyacak olduğun yazıda da oldukça soyut fikirler göreceksin ve yer yer kendine e ama niye diye soracaksın. Bil ki ben de ...

Hobbes’ Paradox

Hobbes’ Paradox Resolved According to Hobbes, people are born with passions that ultimately lead them into a never-ending war. They require artificial power to stop killing each other. Unless such a power is erected, Hobbes suggests, leaving the state of nature is impossible since people are not inclined to cooperate and trust each other. The core reason why it is impossible to leave the state of nature is because of the innate passions people have that drive them to be constantly in conflict. Hobbes states that in the condition of nature, “any reasonable suspicion” renders any covenant or promise invalid since “bonds of words are too weak to bridle men’s ambition, avarice, anger, and other passions…” (196). Here, Hobbes highlights the importance of punishments, suggesting that without the motivating fear of punishments, covenants are practically invalid. It is also important to understand what Hobbes means by the condition of nature. He argues that because men are born equal, they...