Ana içeriğe atla

Şeytanımla Barışmak


Kızıl saçları ahenkle dalgalanan bir kadın ve denizin hırçın gelgitleri arasında can çekişen bir gemi bizlere ne söyleyebilir? Aslında, mahrur elleri göğsünde birleşmiş kadının ne hissettiği oldukça açık değil mi? Bütün bedeni, ölümün vahşi yalnızlığının yoğun etkisiyle kavruluyor.  Dalgaların arasındaki gemi, kendini ölümün kıyısına, hatta yok oluşun nahoş ama rahatlatıcı tesirine bırakmış. Bu beni pek duygulandırıyor, tahayyülü olmaz duyguların etkileri altında kendimi kaybediyorum. Fakat, ince ve mazlum bir ışık bu duyguların tesirinden beni çekip kurtarıyor. Fotoğrafa bakarken üzülmem gerekirken, tarifsiz bir huzura erişiyor, hatta müthiş bir utançla gurur duyuyorum. Ben ne o ölümün kıyısındaki geminin kaptanı, ne de o ölüm yolculuğunu izleyen o seyirci kadınım. Fotoğrafın salt estetik ve sanatsal güzelliğini tüketip, gayri ihtiyari de takdir eden birisiyim. Daha da ötesi, fotoğrafın vahametinden sapkınlık derecesinde bir haz alıyorum. Kendimi teslim ettiğim rahat koltuğumun kucağında güven ve refah içerisinde oturuyorum. Öte yandan, o geminin kaptanı, ölümün kan kırmızısı pençelerinin bedenine nüfuz etmesini, müthiş bir korku ama çaresizce de bir sükunet bekliyor. Ben ise, doğanın binlerce yıldır sergilediği bu tiyatral gösteriyi gözlerimi bir an bile kırpmadan izliyorum. Fakat bir sual bu kaçıkça zevkin kuyusunu kazıyor ve beni bu satırları yazmaya sevk ediyor. Başkalarının ıstırabından böylesine amansız ve arsız bir mutluluk elde ediyor olmam beni ne yapıyor?

Soğuk yatağımdan, Ankara kışının inatçı güneşinin zayıf ışıklarıyla uyanırken düşünmüştüm; seninle gurur duyuyorum ne kadar banal, samimiyetsiz bir cümle. Ben daha kendimle gurur duymayı bir mücadele haline getirmişken, ne münasebet biriyle gurur duyacakmışım! Ancak, birinin başarısızlığında ilkel bir huzur bulabilirim. Bu kötücül ama bir o kadar da doğal huzurun yalnızca bir şeytani dürtü olduğunu düşünmek istiyorum, ve gün yüzüne çıkmasının da irademin liyakatsizliğinden kaynaklandığını umuyorum. Çünkü… İçimde bir şeytanın olduğunu ve o kötücül şeytanın benim faziletimi her geçen gün bastırdığını düşünmek istemiyorum. Fakat, bu resim, bu izahatı olmayan huzur dolu resim, bu kaçınılmaz şeytanı irdelememi istiyor. Böylesine bir görevin muhakeme kabiliyetimi zorlayacağını düşünmek istesem de dürüstlüğümü sınayan bir sual olduğu apaçık. Ben kimsenin başarısıyla mutlu olamayacak, ancak başarısızlıklarıyla kendi başarısını yüceltecek alçak bir varlığım. Bu soğuk ve çirkin gerçeği kabullenmek şeytanımla tanışmam için tarif edilemez bir önem taşıyor. Etrafımdaki insanların yavaşça yok olmalarını izlemek, onların başarısızlıklarıyla mutlu olmak benim erdemden yoksun doğamın acayip bir parçası. Böylesine gayritabii bir ahlaksızlık sadece ve sadece karakterime nüfuz etmiş, hatta kendini ruhuma kenetlemiş bir şeytana bağlanabilir. Evet! Ben ruhumun çehresinde zifir karası gözlere sahip korkunç bir şeytanı barındırıyorum. Fakat bu şeytandan ben mi mesulüm? Nasıl ki ben elmanın tadını ve görüntüsünü seviyorsam, başkalarının yok oluşunda bulduğum huzuru da öylesine tabii ve doğal bir şekilde seviyorum. Kim cüret edip “Sen elmayı sevdiğin için kötü birisin!” diyebilir ki? Benim böylesine bir kararda hükmüm yoktu, tek hükmüm o elmayı yerken oldu. Buna takiben; kimsenin başarısızlığıyla mutlu olmak istiyorum demedim, yalnızca mutlu olduğumu fark ettiğimi söyledim. Bunu eyleme dökmediğim sürece, yani kimsenin mutsuzluğuna mahal vermediğim sürece bu sapkın zevkimin ne zararı var ki? Bence tek zararlı tesiri karakterimin üzerinde. İnsanların yüzüne gülümseyen maskemin altından ne kadar alçak biri olduğumun çirkin gerçeğinin ağır yükünü taşıyorum. Ne zaman odamın kapısını kapatır da kendimi dünyadan soyutlarsam, o zaman yükümü ve maskemi çıkarıyor ayağımın ucuna koyuyorum. İşte ancak o zaman ezici ağırlığını bir sonraki sabah unutana kadar hatırlıyorum. Tek tesellim de yalnız olmadığım, her insanın da yanında bir şeytanının olduğu. Bununla yüzleşmek ne muhakeme yeteneğimizi ne de hayal gücümüzü sınıyor. Bu, hayatın çirkin gerçekliğini kırmızı perdelerin arkasından görebilip göremediğimizi soruyor.

           

 

Herkesin içinde bir şeytani dürtü var, bu dürtünün tesirine kendini bırakmak sanırım bizlerin iradesine kalıyor. Fakat, bu aşamadan hemen önce daha zor bir vazifeyle karşılaşıyoruz. O da bu şeytani dürtüyle tanışmak ve onu kucaklamak. Karakterimizin bir parçası olduğunu kabullenerek onu şuurumuzun derinlerine bir daha çıkmaması umuduyla gömmek. Bu resim sayesinde daldığım derin tefekkür yolculuğu beni acımasız ama tabii bir gerçekle yüzleştirdi. O da içimde sürekli dışarıya çıkmak isteyen durdurulamaz bir kötülüğün olduğu. Yaşım ilerledikçe yozlaşıyor, yozlaştıkça da bu kötülükle ahbap oluyorum. Karakterimden pençelerini asla ayırmayan bu şeytan,  ben zehirli tesirini ruhumun derinliklerine ağır ağır nüfuz ediyor. Kendimi sevk edeceğim bir çözüm olmadığı için çaresizce kabulleniyorum. Başka bir değişle, şeytanımla kavga etmeyi bırakıyorum, şeytanımla barışıyorum.

 

Waterhouse, J. W. (2014). Miranda - The Tempest. Wikipedia. Retrieved September 28, 2021, from https://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Miranda_-_The_Tempest_JWW.jpg.

.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rhetoric in Hobbes' Leviathan

  Hobbes’ Word Play Hobbes argues in favor of a monarch or an oligarch. To be more precise, he is in favor of the idea that multiplicity comes with complexity, harming the integrity of the state. In his opinion, men are mostly power-driven, greedy beings who must surrender themselves to a sovereign power that can spread the terror of punishment. According to Hobbes, this fear of punishment is the only effective motivating force that can keep people from brutally murdering each other. While this Hobbesian idea of the state portrays the sovereign’s subjects almost as though they are slaves, this essay will argue that Hobbes is not fundamentally against liberty and allows it within the constraints of laws. Hobbes's description of liberty suggests that only external impediments are against freedom. He states that liberty is “the absence of external impediments” (189) and, although these impediments may take away man’s power to do what he would, they do not prevent men from using th...

Rousseau on Legitimacy of State

Hobbes'dan sonra Rousseau okumayı Proust'tan sonra Daphnes ve Chloe okumaya benzetiyorum. Proust aşkı öyle yapay, çıkarcı ve öyle çirkin yansıtıyor ki, ondan sonra okuduğun her romana ister istemez Proust'un realist bakış açısından bakıyorsun. Belki de realizm sevdamı bırakmalıyımdır. Hobbes'un determinist bakış açısı da birçok argümanını epey ikna edici kılıyor. Bazen bu bakış açısından kaçmak istiyor insan. Hobbes kimmiş lan, ben ölümlü tanrıya irademi falan teslim edemem, gayet özgürüm demek istiyor. Yine de gel gör ki Hobbes haklı. Nasıl, Kant ödev ahlakında nasıl ki herkes davranışlarının topluma yansıdığını varsayarak hareket etmeli diyorsa, Hobbes da yapılmak istemediğini yapma diyor. Buna karşı çıkmak da biraz zor. Rousseau abi Social Contract'ında denese de Emile kitabındaki ikna ediciliğini devam ettiremiyor gibi hissediyorum. Birazdan okuyacak olduğun yazıda da oldukça soyut fikirler göreceksin ve yer yer kendine e ama niye diye soracaksın. Bil ki ben de ...

Hobbes’ Paradox

Hobbes’ Paradox Resolved According to Hobbes, people are born with passions that ultimately lead them into a never-ending war. They require artificial power to stop killing each other. Unless such a power is erected, Hobbes suggests, leaving the state of nature is impossible since people are not inclined to cooperate and trust each other. The core reason why it is impossible to leave the state of nature is because of the innate passions people have that drive them to be constantly in conflict. Hobbes states that in the condition of nature, “any reasonable suspicion” renders any covenant or promise invalid since “bonds of words are too weak to bridle men’s ambition, avarice, anger, and other passions…” (196). Here, Hobbes highlights the importance of punishments, suggesting that without the motivating fear of punishments, covenants are practically invalid. It is also important to understand what Hobbes means by the condition of nature. He argues that because men are born equal, they...