Ana içeriğe atla

Şeytanın Mesleği: Avukatlık

    Avukatlık, hukuk dünyasından uzak olanlara yozlaşmış ve ahlaksık bir meslek. Ben de her insan gibi avukatlığa “ay tecavüzcüyü bile savunuyorsun, öyle meslek mi olur?” demiş, koca mesleği tek cümlemde suça yataklık yapmakla kınamıştım. Fakat, elbet düşünüldüğünde hukuk çağdaş ve medeni toplumun en önemli direği. Vahşi doğa kanunlarının gözümüzü boyayarak yumuşatıldığı dünyamızda, bizleri bir arada tutacak kudrete ve kontrole sahip. Aynı Hobbes’in Leviathan’ı gibi hepimiz zamanında bireysel özgürlüğümüzden, güvenlik için fedakarlıkta bulunmuşuz ve hukukun güven veren kollarına kendimizi bırakmışız. Hukuk bazı davranışlara doğru ya da haksız hükmü veriyor ve gerekirse bizleri cezalandırıyor. Bu cezalandırma mekanizması de kontrolün temelini oluşturuyor. Avukat birey, işbu hadisede suçlayıcı ya da suçlananın yanında olup onu savunuyor. Bazı zamanlar, avukatlık, durumun hakikatinden uzak olmayı ve hukukta boşluk aramayı hatta yeri geliyor retorik sanatını kullanmayı gerektiriyor. Yeterince cüretkâr olsaydım, avukatlığı zamanında Atina'da eğlence amacıyla yapılan tartışmalara benzetmek isterdim. Kimsenin amacı doğruyu bulmak değil de elindekini doğru gibi göstermek. Belki de bu yüzden Şeytanın Avukatı filminde Şeytan bir avukatı Tanrıya ayaklanmak için kullanmıştır. Belki de hepimiz birer avukatızdır, hepimiz gerçeğin soğuk yüzünden korktuğumuz için mevcudiyeti kendi yararımıza kurguluyoruzdur.

    Filmin sanatsal değer taşıdığını bildiğim ve entelektüel ruhumu doyurmak için izlediğimi söylesem, müthiş bir yalan söylemiş olurum. Keeana Reveus abim için izledim. Onun kara kaşı ve kara gözü için başladım ama beni devam ettiren farklı bir teşvik vardı. Filmin ortalarına doğru bir isim duydum, John Milton. Yazarken bile tüylerimi ürperten bu isim 17.yüzyıldan gelen, ayaklanmanın, otoriteye isyanın, ifade özgürlüğünün beden haline gelmiş bir düşünürün ve şairin ismiydi. Fevkalade bir heyecanla, Kayıp Cennet dedim! Evet El Pacino’nun oynadığı John Milton karakteri bir şeytandı diyerek bağırdım. Bu müthiş bir keşifti, Milton şu ana kadar yazılmış en kapsamlı şeytan ve tanrı konseptli şiiri yazmıştı. İçinde de şeytana bir kürsü bahşetmiş, onun kendisini ifade etmesine olanak sağlamıştı. Kanımca “Şeytanın Avukatı” da buna benzer bir iş yapıyor, şeytana kendini ifade edecek yeri tam olarak sağlamıyor ama onu savunarak şeytanın kötülüğe hükmetmediğini, kötülüğün ve iyiliğin her şeyden önce var olduğunu söylüyor. Bence işin içinden mitolojiyi ve dini elementleri çıkartırsak iki soğuk ve amansız gerçek gözler önüne seriliyor. Biz kötüyüz.

    Şeytan ve diğer mitolojik figürler kötülüğümüzü yaftalamanın, içimizdeki çirkinliği paylaştırmanın en kolay yolu. Evrenin buyurduğu bir ahlak anlayışı olsaydı ve bizim etiğimiz bu ahlakla örtüşseydi bizler kozmik kötüler olurduk. Hatta o kadar kötü olurduk ki, galaksideki diğer canlılar bizlerden ölesiye korkar ya da nefret ederdi. Bence bunun sebebi salt kötülüğümüz değil de tanrı vergisi doğamızın avukatlığa yatkın olmasından kaynaklanıyor. Başka bir değişle, o kadar fenayız ki kötülüğümüzün farkına varmamak için kafamızda türlü karakterler yaratıp çirkinliğimizi onlara atfediyoruz.

    Film Keana abimin neden avukat olduğu üzerinden oldukça duruyor ve insanı da düşündürüyor, sahi neden bir avukat seçti bu kudretli şeytan? Hackford muhtemelen benim gibi düşünmemiştir ama şeytanın tanrıya, insan doğasının kaçınılmaz kötücüllüğünü göstermeye çalışırken avukat kullanmasının en büyük sebebi; avukatların kötülüğü istedikleri gibi resmedebilmesi. Filmi izledikten sonra hepimizin aslında bunu yapabildiğini gördüm. Herkes kötülüğe başvuruyor ve kendini kötülüğü iyi olarak yansıtmaya sevk ediyor. Çaldım ama ihtiyacım vardı, yalan söyledim çünkü seni düşündüm, haksızlık yaptım çünkü o da bana yaptı. Vereceğimiz hiçbir sebep kötülüğü meşrulaştırmıyor. Bu konuda Immanuel Kant ile hemfikirim sanırım. Evren bizlere bir etiklik kılavuzu ya da kitapçığı vermediği için ahlaka bencilce yaklaşamayız. Yani, kimseye sonucunda iyilik çıkacak olsa dahi zarar verecek bir şey yapamayız. Amaç aracı hiçbir zaman meşrulaştırmaz.

    Fakat yine aracı amaçla iyi gibi resmediyoruz çünkü nihai gayemiz kendi lehimiz. O kadar kötüyüz ki kendi kötülüğümüzden tiksiniyoruz. Sırf bu yüzden de kendi avukatımız oluvermişiz. Gerçeği bize en tatlı gelecek çizim darbeleriyle resmediyor, korkunç doğamıza gözümüzü kapatıyoruz.

Hobbes, T., & Brooke, C. 2017. Leviathan (Penguin Classics) (First Edition). Penguin Classics.

Hackford, T. (Director). 1997. The Devil’s Advocate (Film). Warner Brothers.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rhetoric in Hobbes' Leviathan

  Hobbes’ Word Play Hobbes argues in favor of a monarch or an oligarch. To be more precise, he is in favor of the idea that multiplicity comes with complexity, harming the integrity of the state. In his opinion, men are mostly power-driven, greedy beings who must surrender themselves to a sovereign power that can spread the terror of punishment. According to Hobbes, this fear of punishment is the only effective motivating force that can keep people from brutally murdering each other. While this Hobbesian idea of the state portrays the sovereign’s subjects almost as though they are slaves, this essay will argue that Hobbes is not fundamentally against liberty and allows it within the constraints of laws. Hobbes's description of liberty suggests that only external impediments are against freedom. He states that liberty is “the absence of external impediments” (189) and, although these impediments may take away man’s power to do what he would, they do not prevent men from using th...

Rousseau on Legitimacy of State

Hobbes'dan sonra Rousseau okumayı Proust'tan sonra Daphnes ve Chloe okumaya benzetiyorum. Proust aşkı öyle yapay, çıkarcı ve öyle çirkin yansıtıyor ki, ondan sonra okuduğun her romana ister istemez Proust'un realist bakış açısından bakıyorsun. Belki de realizm sevdamı bırakmalıyımdır. Hobbes'un determinist bakış açısı da birçok argümanını epey ikna edici kılıyor. Bazen bu bakış açısından kaçmak istiyor insan. Hobbes kimmiş lan, ben ölümlü tanrıya irademi falan teslim edemem, gayet özgürüm demek istiyor. Yine de gel gör ki Hobbes haklı. Nasıl, Kant ödev ahlakında nasıl ki herkes davranışlarının topluma yansıdığını varsayarak hareket etmeli diyorsa, Hobbes da yapılmak istemediğini yapma diyor. Buna karşı çıkmak da biraz zor. Rousseau abi Social Contract'ında denese de Emile kitabındaki ikna ediciliğini devam ettiremiyor gibi hissediyorum. Birazdan okuyacak olduğun yazıda da oldukça soyut fikirler göreceksin ve yer yer kendine e ama niye diye soracaksın. Bil ki ben de ...

Hobbes’ Paradox

Hobbes’ Paradox Resolved According to Hobbes, people are born with passions that ultimately lead them into a never-ending war. They require artificial power to stop killing each other. Unless such a power is erected, Hobbes suggests, leaving the state of nature is impossible since people are not inclined to cooperate and trust each other. The core reason why it is impossible to leave the state of nature is because of the innate passions people have that drive them to be constantly in conflict. Hobbes states that in the condition of nature, “any reasonable suspicion” renders any covenant or promise invalid since “bonds of words are too weak to bridle men’s ambition, avarice, anger, and other passions…” (196). Here, Hobbes highlights the importance of punishments, suggesting that without the motivating fear of punishments, covenants are practically invalid. It is also important to understand what Hobbes means by the condition of nature. He argues that because men are born equal, they...