Ana içeriğe atla

Tüküreyim Sevgine

    Her yazarın bir kitabını okumadan önce diğer eserlerini büyük dikkatle incelerim. Berktay da bir istisna değildi. Yeri gelmiş bir Wolfstonecraft edasıyla kadınların determinist düzenin şehitleri olduğunu savunmuş, yeri gelmiş linear bir tarihsel bakış açısıyla kadınların kademeli olarak baskılandığını söylemiş. Fakat Düşünme Etiği kitabını okurken diğer yazılarında gördüğüm rasyonelliği ve radikalliği göremedim. Sevginin kudretli doğasından bahsetmiş ve her şeyin sevgiyle yetiştiğini söylemiş. Maalesef onu inanılmaz samimiyetsiz buldum. Fikirlerini inananarak söylemediğini düşündüğüm değil de, bizden hakikatı gizlediğinden daha kötüsü onu farklı bir kılıkla sunduğu için samimiyetsiz buldum. Hatta daha fenası; ona sinirlendim. Her sevginin gücü hakkında bahsettiğinde daha çok kızdım ve en sonunda da köpürdüm. Bu satırlarda onun doğruyu neden perdelediğini eşeleyecek ve belki kendi doğrumu sunacaktım ama daha önemli bir soru var sanırım. Daha samimi ve özel bir soru: Niye sinirlenmiştim?

    Ona kızdım, sinirlendim ve nihayetinde köpürdüm çünkü beni kandırmaya çalıştığını hissettim. Koca Devlet’inde Platon, hakikatı perde arkasından yansıtmanın, düpedüz yalan söylemekten kötü olduğundan bahsediyor. Katılıyorum ve ekliyorum; eksik verilen bilginin salt yalandan daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Yine de, Berktay’ın insan üzerine olan tefekkürlerini okurken niyetinin hiçbir zaman kötü olduğunu düşünmemiştim. Gayet didaktik bir yazı olduğunu ve insanlara epey tatlı bir mesaj verdiğini hissetmiştim. Ona sinirlenme nedenim, bencilliğe dayanan insan doğasını yoksayıp bizim etrafa sevgi yaymamız gerektiğini söylemesiydi. Gerçeği bir şekilde sunuyordu elbette ama gerçek çürüyerek kurtlanmış bir leş etiyken, onu şaşalı bir tepsinin içinde vişneli bir turta gibi sunuyordu.

    Sözde hiççi Nietzsche bile bütün sosyal kuramları yokettikten sonra yeterince düşünürsek eğer, iyilik yapmanın her zaman bizim lehimize olduğunu göreceğimizi söylüyor. Bu müthiş bir gözlem. Başkalarına iyilik yapmanın sağlayacağı ruhsal mutluluğun ve sosyal kabullenmenin eşi benzeri yok. Dolayısıyla ne kadar bencil olursak olalım insanlara iyilik yapmaktan daha ben merkezci bir haraket olamaz. Fakat Bertay bu gerçeği sevginin kudretinden bahsederken atlıyor. Sevgiyi sevgi için yapmamız gerektiğini ve onun özgeçil olduğunu söylüyor. Bu hakikatı perdelemek ve kandırmak değil de nedir?

    En sevdiğim eski türk filmlerinden birinde bir karakter “Yaptım, evet yaptım ama sor bir niye yaptım?” diyor. Karşısındaki de mahrur mahrur her seferinde “Tamam söyle niye yaptın?” diyor ve kandırılıyor. Bu sahne ne kadar komik olsa da bence felsefi bir soru taşıyor. Araç amacı meşrulaştırır mı? Kant buna kesinlikle hayır derken Machevelli: “Ya kardeşim, sonuca bakacaksın sonuca!” diyor. Kant kadar cürretkar olmasam da hakikatın bir şekilde ortaya çıkacağını düşündüğüm için Berktay’ın iyi niyetli kandırmacasının yanlış olduğunu düşünüyorum.

    Fakat tek sinirlenme nedenim Berktay’ın gerçeğe yaklaşımının yanlış olması değil. Dünyada sayısız insan hakikata yanlış yaklaşıyor, hepsine tek tek sinirlenecek miyim? Tabii ki hayır, fakat beni kandırmaya çalışan herkese fütürsuzca ve amansızca kin besleyeceğim. Berktay ile çıktığım yolculukta kandırılmanın benim içsel kimliğimi ne kadar sarstığını fark ettim. Olmadığı biri gibi davrananlara karşı açıklanamaz bir nefret duyuyor, bilmediği şeyler hakkında konuşanlara kin kusuyorum. Yazının da başında sorduğum gibi niye?

    Kandırılmaya ölesiye kızıyorum çünkü zekama bir hakaret olarak görüyorum. Kandıran kişi, sanki benim zekamı ucuz numaralarına değer görüyor ve yüzüme bakarak arsızca sen aptal olduğun için şimdi sen bana inanacaksın diyor. Anlamsız sinirlenmemin gerçek sebebini bulsam da içim rahat değil. Tanımadığım bir insanın sevgiyi olduğundan daha pembe resmederek insanları iyilik yapmaya teşvik etmesi kötü bir haraket değil. Fakat ben burada gelmiş ona en büyük günahlardan birini işlediğini söylüyorum. Karanlığın içinde tiz ve güçsüz olsa da bize yolumuzu gösterecek bir ışığa ihtiyacımız var. Bu ışığın her zaman saf olmasına gerek yok, sadece varlığı dahi bizim içinde bulunduğumuz bataklıktan bizi çıkartabilir. Bence ben Berktay’ın sevgiyi aşılama çabasını takdir etmek yerine bunu kendi meselem haline getirerek, aşağılık kompleksime dem vuruyor ve en küçük titremede dengesiz benliğimde zelzeleler olduğunu düşünüyorum. Belki zamanla daha özverili olur ve kendimi iyice tanırım. Fakat o zamana kadar keni kandırmaya çalışarak bana hakaret eden herkesten nefret edeceğim.

Berktay, Fatmagül. Düşünme Etiği. Metis Yayınları, 2021.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rhetoric in Hobbes' Leviathan

  Hobbes’ Word Play Hobbes argues in favor of a monarch or an oligarch. To be more precise, he is in favor of the idea that multiplicity comes with complexity, harming the integrity of the state. In his opinion, men are mostly power-driven, greedy beings who must surrender themselves to a sovereign power that can spread the terror of punishment. According to Hobbes, this fear of punishment is the only effective motivating force that can keep people from brutally murdering each other. While this Hobbesian idea of the state portrays the sovereign’s subjects almost as though they are slaves, this essay will argue that Hobbes is not fundamentally against liberty and allows it within the constraints of laws. Hobbes's description of liberty suggests that only external impediments are against freedom. He states that liberty is “the absence of external impediments” (189) and, although these impediments may take away man’s power to do what he would, they do not prevent men from using th...

Rousseau on Legitimacy of State

Hobbes'dan sonra Rousseau okumayı Proust'tan sonra Daphnes ve Chloe okumaya benzetiyorum. Proust aşkı öyle yapay, çıkarcı ve öyle çirkin yansıtıyor ki, ondan sonra okuduğun her romana ister istemez Proust'un realist bakış açısından bakıyorsun. Belki de realizm sevdamı bırakmalıyımdır. Hobbes'un determinist bakış açısı da birçok argümanını epey ikna edici kılıyor. Bazen bu bakış açısından kaçmak istiyor insan. Hobbes kimmiş lan, ben ölümlü tanrıya irademi falan teslim edemem, gayet özgürüm demek istiyor. Yine de gel gör ki Hobbes haklı. Nasıl, Kant ödev ahlakında nasıl ki herkes davranışlarının topluma yansıdığını varsayarak hareket etmeli diyorsa, Hobbes da yapılmak istemediğini yapma diyor. Buna karşı çıkmak da biraz zor. Rousseau abi Social Contract'ında denese de Emile kitabındaki ikna ediciliğini devam ettiremiyor gibi hissediyorum. Birazdan okuyacak olduğun yazıda da oldukça soyut fikirler göreceksin ve yer yer kendine e ama niye diye soracaksın. Bil ki ben de ...

Hobbes’ Paradox

Hobbes’ Paradox Resolved According to Hobbes, people are born with passions that ultimately lead them into a never-ending war. They require artificial power to stop killing each other. Unless such a power is erected, Hobbes suggests, leaving the state of nature is impossible since people are not inclined to cooperate and trust each other. The core reason why it is impossible to leave the state of nature is because of the innate passions people have that drive them to be constantly in conflict. Hobbes states that in the condition of nature, “any reasonable suspicion” renders any covenant or promise invalid since “bonds of words are too weak to bridle men’s ambition, avarice, anger, and other passions…” (196). Here, Hobbes highlights the importance of punishments, suggesting that without the motivating fear of punishments, covenants are practically invalid. It is also important to understand what Hobbes means by the condition of nature. He argues that because men are born equal, they...